Kimse bilmiyor ama savaşmaktayım. Elbette sezenler var, bunu da önleyemem ya. Nedir, bilen yok. Gündelik ödevlerimi yapıyorum, çok olmasa da biraz dalgınım. Herkesin savaştığına kuşku yok, ben biraz fazla savaşıyorum sadece; çoğu insan uykuda başına üşüşen hayalleri kovalamak için elini sallarcasına savaşır ama ben hemen ortaya atıldım; önceden titizlikle tasarlayarak, elimden geleni ardıma koymadan savaşıyorum. Her zaman gürültüyle yaşamasına karşın bu konuda suskun kalan kalabalıktan neden ayrıldım, neden böyle ortaya atıldım? Neden tüm dikkati üzerimde topladım? Neden düşmanın kara listesinde en ön sıraya yazdırdım adımı? Bilmiyorum. Başka türlü yaşamak değersiz göründü bana. Savaş tarihinde bana benzer kişileri asker yaradılışlı olarak kaydederler. Ama hayır, ben onlara benzemem; sonunda zafere ulaşacağım umudu yok içimde; savaş, savaş olduğu için gururlandırmıyor beni; savaşta tek bir şey hoşuma gidiyor, savaşmaktan başka yapacak şeyimin olmayışı. Bu özelliğimden dolayı kapıldığım gurur, zevkini tüketemeyeceğim, çevremdekilere dağıtsam bile bitiremeyeceğim denli büyük. Belki de savaş değil, bu gurur beni tüketecek.
* * *
Mecazların ardından gittiğinizde kendiniz de bir mecaza dönüşür, sonuçta günlük yaşamın zorluklarından sıyrılıverirsiniz.
* * *
Köprü bir kez kurulmasın, çöküp gitmedikçe bir daha kurtulamaz köprülükten.
* * *
Neden uyumuyorsun? Çünkü birinin uyanık kalması gerek. Birinin nöbet tutması gerek.
* * *
Düşünür için sıradan küçük bir nesneyi, örneğin bir topacı anlamak her şeyi anlamakla eşdeğerdi. Bu nedenle büyük sorunlarla ilgilenmiyor, bunu zaman savurganlığı olarak görüyordu.
* * *
Kimse gelmiyorsa, kimse gelmediğindendir. (...) Kimsenin bana yardım etmemesi kötü ama bu kimsesizlik de güzel.
* * *
Bu dünyada, bu şehirde, ailemdeki yerim konusunda açıkça kararsızım. Örnek olarak, sıradan bir konuda bile öne sürecek haklı isteklerim olup olmadığını bilmiyorum.
* * *
Diğerleri gibi yüzmemi engelleyecek hiçbir şey yok ama diğerlerinden daha güçlü bir belleğim var, bir zamanlar yüzemediğimi henüz unutmadım. O zamanı unutamadığım için yüzebiliyor olmamın bana bir yararı yok, yüzebildiğim halde yüzemiyorum.
* * *
“Aslında o denli kötü değil, herkes aynı.” diyordum kendi kendime ama bunu der demez işler daha da kötüleşiyordu.
* * *
Her şeyi bu denli nesneleştirerek ilerlemek yaşamaya dair her olasılığı yok ediyor.
* * *
Ölmem mümkündü ama acılara katlanabilmem değil; acılardan kaçmaya çalışarak onları katlıyordum aslında; ölüme razı olabilirdim ama çektiğim ıstıraba daha fazla dayanamazdım; ruhumda hareketin zerresi yoktu; denklerin hazırlanması gibi, güçlükle bağlanan ipler nasıl ikide bir sıkılanır ama bir türlü yola çıkılamaz, tıpkı böyle işte. En kötü şey, öldürmeyen acılardır.
* * *
Bir görev: Fakat ben yaradılışımdan dolayı sadece kimse tarafından verilmemiş bir görevi üstlenebilirim. Bu çelişkinin içinde, sadece bu çelişkiyle yaşayabilmem mümkün. Herhalde herkes için durum böyledir, çünkü yaşayarak ölünür ve ölerek yaşanır. Bir sirkin çadırla çevrilmesi gibi, dışarıdan bakan içeriyi göremez, tıpkı böyle. Biri çıkar ortaya çadırda ufacık bir delik bulur, dışarıdan içeriye bakabilir. Yine de bu kişinin varlığına katlanabilmek gerekir. Hepimiz bir anlamda kendisine göz yumulan kişileriz. İkinci kez yine bu delikten bakıldığında izleyicilerin sırtlarından başkasını görebilmek mümkün değildir. Üçüncü kez yine de, müziğin işitileceğine kuşku yoktur, hayvanların kükreyişlerinin de. Nihayet, sirkin çevresinde dolanarak görev yapan, böyle para ödemeyen meraklıların omzuna yavaşça dokunan polisin kollarına korkudan bayılarak düşüverilir.
* * *
Kendimi bildim bileli içimde bir kuşku var ama sesini her zaman duyurmuyor, ara sıra kendini gösteriyor, hatta kendini unutturacak boşluklar bile bırakıyor.
* * *
Hamile kadın karnındaki bebeğin hareketlerini nasıl hissederse, ben de bu kuşkunun hareketlerini içimde hissederim.
* * *
Hiç durmadan yolumu yitiririm. (...) Öylesine yalnız bulurum ki kendimi olduğum yere yatıp bir daha kalkmamak üzere kalmak isterim.
* * *
Bir temizlikçi etrafı süpürüyordu ama temizlenecek bir şey de yoktu ortada.
* * *
Durmadan ölümden söz etsen de ölmüyorsun.
* * *
Tamamen özgürsün, bu yüzden her şeyini kaybetmiş durumdasın.
* * *
Yanına ulaşıp kurtarmak istediğin kişinin havasızlıktan boğulup ölmesi bir anlık iş, bu yüzden durmadan çabalamak zorundasın; kurtarmak istediğin kişi asla boğulmayacak, senin de tüm çabaların da asla sona ermeyecektir.
* * *
Uzakta, çok uzaklarda ilerleyen dünya tarihi, senin ruhunun dünya tarihi.
Bir Nevi Dipnot: Altıkırkbeş Yayınları'ndan çıkan, çevirilerini Yekta Majiskül'ün yaptığı, Kafka'nın sağlığında ve ölümünden sonra yayımlanan kimi eserlerinden ve taslak metinlerden alınan öykü ve karalamaların bir araya getirilmesiyle oluşan Kovalı Süvari adlı kitap birkaç yıl evvel elime geçmişti. Bir ara okurum diye erteleye erteleye bir köşede bıraktığım kitabı, seneler sonra üç günlük bir şehir dışı yolculuğunda bana eşlik etsin diye yanıma alarak okumaya karar verdim.
Havalimanına gidiş için 1 saat otobüs yolculuğu, 1 saat uçak bekleme, 1 saat uçuş, sonra 1 saat daha şehir merkezine yolculuk. (Etti mi 4 saat?) Dönüşte de aynı yol. (Gene eder 4 saat.) Elbette sürekli okumadım, okuyamazdım da zaten. Otobüs sağa sola sallanırken başım döndü misal, ya da uçak hoplaya zıplaya bulutlara girip çıkarken acaba düşer miyiz diye oraya buraya bakınıp durdum, veyahut havalimanında beklerken uçağı kaçırıp da başıma iş alırım korkusuyla gözümü tabelalardan veya yolculardan rahat rahat ayıramadım.
Tüm bunlara rağmen, kitabı tamamen yol sırasında okuyup bitirdim; hatta utanmadan kitabın içine kattığım kurşun kalemle bazı yerlerin altını bile çizdim. Burada okunduğunda düzenli dursa da, yol boyunca altını çizdiğim her bir satır, yolda olmanın sarsıntısıyla beni epey uğraştırdı. “Şu viraj geçsin”, “bu türbülans bitsin” diye diye kalemin ucunu kağıda sıkıca bastırarak beklediğim pek çok an oldu. Küçük, kararlı, sert ve soldan sağa gidip gelen hamlelerle beğendiğim cümlelerin altını var gücümle bastırarak çizmek zorunda kaldım. Yani denebilir ki, hemen her insan gibi, sevdiğime zarar vermekten geri duramadım.
Kafka'yı ya da kitabı övecek, hatta tanıtacak değilim, zira ortada bir keşif bulunmuyor. Kafka'yı seviyorsanız, mutlaka bir şekilde (bana ihtiyaç duymadan) onu okuyabilirsiniz. Bu, sadece kendi kişisel tarihime düşülmüş bir yolculuk notudur. Yolculukları hiç sevmediğimi, bir yere gidiyor olmanın evrende başı boş dolandığımı üstüne basa basa bana hatırlattığını eklemeden geçemeyeceğim. Hatta denebilir ki, gitmenin bir kurtuluş olmadığını bana amansızca gösteren yol, tam da bu pervasız çığırtkanlığından ötürü koca bir can sıkıntısından öteye gitmiyor olabilir.
Her neyse, bunlar sizi ilgilendirmez; aslına bakılırsa, beni bile ilgilendirmez.
Sağlıcakla kalın, mümkünse, ölmemeye bakın. (Ölürseniz de çok üzülmeyin -zaten üzülüyorsanız, yeterince ölmemişsinizdir.)
"Tamamen özgürsün, bu yüzden her şeyini kaybetmiş durumdasın."
Her şeyini kaybetme cesaretini gösterebilirsen özgürleşmeye de başlıyorsun sanki. Mutlak özgürlükten bahsetmek ise zor bence. Tarih, toplum, coğrafya, işimiz... falan filan öyle bir kıskaca alıyor ki bizi. Derin derin nefes alabilmek bir ihtimal. Ama ne güzel ihtimal...
'Köprü bir kez kurulmasın, çöküp gitmedikçe bir daha kurtulamaz köprülükten.' Çok hoşuma gitti. Türlü çeşitli yorumlamak mümkün ama böyle tek cümle kalması daha iyi.